KASTEN İNSAN ÖLDÜRMENIN DİNDEKİ HÜKMÜ
Prof. Dr. Talat KOÇYİGİT
1 .İnsanlık Dünyasında İlk Katil Olayı
Adem'den bu yana, insanlık dünyasını kana bulayan ve birçok
insanı dünya yüzünden silinmesine, birçok ailenin de yıkılıp gitmesine
sebcp olan felaketlerin en büyüğü ve en acımasızı, hiç şüphesiz, bir insanın
haksız yere öldürülmesi ve yaşama hakkının ortadan kaldırılması veya
elindcn alınmasıdır. insan, sahip olduğu akıl, duygu ve düşünce gibi
özellikleriyle diğer canlılardan çok farklı. yaratılmış ve kcndisİne bu
özellikleri dolayısıyle yeryüzünün halifesi olma şeref ve yetkisi verilmiş
üstün bir varlıktır. Buna rağmen o, zaman zaman bu yetkiyi başkalarına,
zarar verecek şekilde yanlış vc kötü yollarda kullanmaktan
çekinmemiş, bunun neticesi olarak da, sahip olduğu insanlık şeref ve
haysiyetinin ayaklar altına alınmış olmasından zerrece kaygı vc endişe
duymamıştır. İlahi hikmetin bir tezahürü olarak tecelli edcn bu insani
vahşet, insan henüz yaratılmazdan önce, Allahu Ta'aIa'nın "Ben,
yeryüzünde bir halife yaratacağım." sözüne karşı, "orayı ifsad edeeek
ve kanlar dökecek kimseler mi yaratacaksın?" (Bakara suresi, 30) diyen
melekleri doğrularcasına arkası kesilmeksizin devam ctmiş ve yeryüzünü
kaplayan kara toprak; belki yağmurdan çok, kanla bulanıp
kızıla boyanmıştır.
Kur'an-ı Kerim, Maide suresinin 27 nci ve müteakip ayetlerinde,
ilk öldürme olayının Adem 'in iki oğlu arasında cereyan ettiğini haber
verir. Bu ayetlerde" Hazreti Peygambere yöneltilen bir hitap ile şöyle
denilmiştir:
"(Ey Muhammed! Kitap ehline) Adem'in iki oğlu ile ilgili gerçek
haberi oku : Hani her ikisi de bir kurban takdim etmişlerdi de, (bu kurban),
birinden kabul edl!miş, diğerinden kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul
edilmeyen kardeş diğerine) şöyle demişti: Seni mutlaka öldüreceğim;
Diğeri ise: Allah, yalnız (kendisinden) korkanlardan kabul eder".
"Beni öldürmek için bana elini - uzatsan, ben seni öldürmek için
elimi sana uzatmam. Çünkü ben, alemlerin Rabbı Allah'tan korkarım".
"Ben dilerim ki, (seni öldürmüş olsam, bana yüklenecek olan)
günahımı ve (beni öldürdüğün zaman kendi) günahını yüklenmiş olarak
gidesin ve cehennem ehlinden olasın. Zalimlerin cezası budur, demişti".
"Diğer kardeş ise, nefsi, kardeşini 'Öldürmek hususunda ona boyun
eğdirmiş ve onu öldürmüş, böylece hüsrana uğrayanlardan olmuştu".
Maide suresinden naklettiğimiz bu ayet-i kerimeler, insan oğulları
arasındaki ük kan dökme olayının, kıskançlığın, sebep olduğu aşırı
derecedeki kin ve düşmanlıktan kaynaklandığını gösterir. Adem'in
iki oğlu, Allah'a birer kurban takdim etmişlerdir. Ne var ki Allah, bu
iki kurbandan birini kabul etmiş, diğerini kabul etmemiştir. Bunun
üzerine kurbanı kabul edilmeyen kardeş, kurbanı kabul edilen kardeşe
büyük bir kıskançlık ateşi içinde yaklaşmış ve onu öldürmüştür.
Kur'an-ı Kerim, Adem'in bu iki oğlunun kimler olduğunu açıklamamış,
isimlerini vermemiştir. Aslında bu, Kur'an-ı Kerim'in bilinen metodlarından
biridir. Zira o, okuyanların ibret almalarını ve doğru yolu
bulmalarını sağlamak için, geçmiş peygamberlerle ve ümmetleriyle ilgili
birçok kıssa nakletmiş, fakat bu kıssaların kahramanlarını veya kıssada
sözü edilen kimselerin isimlerini ve yerlerini açıklamamış, buna gerek
görmemiştir.' Çünkü kıssalardan ibret alınması için şahısların bilinmesine
gerek olmadığı gibi, şahısların zikredilmesi halinde, kıssalardan beklenen
tesirin azaldığı 've hatta tamamen ortadan kalktığı da inkar edilemez.
Keza zikredilen şahıslarla ilgili olarak aslı esası olmayan birçok hikayenin
de uydurulup halk arasında yayıldığı bir gerçektir. Nitekim Kur'an-ı
Kerim, isim zikretmeksizin Adem'ın iki oğlu ile ilgili bu kıssayı hak
olarak tavsif edip ehl-i kitaba okunmasını emrettiği halde, Tevrat'ta
zikredilen iki isim, bu isimler etrafında birbirini tutmayan birçok
hikayenin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Tefsir kitapları, israiliyattan alındığına şüphe bulunmayan bu
hikayelerle doludur. Bu hikayelerden birkaçına işaret etmeden önce,
kıssanın Tevrat'ta yer alan metnini görmekte fayda vardır. Tekvin
sifrinde (4/ 1-8) şöyle denilmiştir:
"Ve Adem karısı Havva'yı bildi; ve gebe kalıp Kain'i doğurdu;
ve Rabbın yardımıyle bir adam kazandım dedi. Ve yine kardeşi Habil'i
doğurdu. Ve Habil koyun çobanı oldu. Fakat Kain çiftçi oldu. Ve Kain,
günler geçtikten sonra, toprağın semeresinden Rabbe takdime (kurban)
getirdi. Ve Habil, kendisi de sürünün ilk doğanlarından ve yağlarından
getirdi. Ve Rab Habil'e ve onun takdimesine baktı; fakat Kain'e ve onun
takdimesine bakmadı. Ve Kain çok öfkelendi ve çehresini astı. Ve Rab
Kain'e dedi: Niçin öfkelendin? Ve niçin çehreni astın? Eğer iyi davranırsan,
günah kapıda pusuya yatmıştır; ve onun istediği sensin; fakat
sen ona üstün ol. Ve Kain, kardeşi Habil'e söyledi. Ve vaki oldu ki, kırda
oldukları zaman, Kain, kardeşi Habil'e karşı kalktı, ve onu öldürdü".
Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, Kur'an-ı Kerim, Adem'in iki
oğlu ile ilgili bu kıssada isim zikretmemekle beraber, müfessirler,
Tevrat'a istinaden, bu iki oğulun Habil ile Kabil olduklarını ittifaka
yakın bir görüşle zikretmişler ve bununla ilgili çeşitli kıssalar nakletmişlerdir.
Ancak bu kıssaların asıl kaynağının israiliyat olduğu ve kesin
bir delilc dayanmadığı anlaşılmaktadır.
Hikaye edildiğine göre, Adcm 'in her batında biri erkek, diğeri kız
iki çocuğu dünyaya gelirdi. Bu dönemde insan nesIinin sayıca az olması
dolayısıyle, nesIin çoğalması için kardeşlerin birbirleriyle evlenmekten
başka çareleri yoktu. Ancak Adem, aynı batından dünyaya gelmiş
kız ve erkeğin evlenmelerini yasaklamış, ayrı batınlardan dünyaya
gelen çocukların evlenmelerini emretmişti. İki kardeş olan Habil ile
Kabil'in de ayrı ayrı kendi batınlarından dünyaya gelmiş kız kardeşleri
vardı ve karşılıklı biribirlerinin batınlarından olan kıZlarla evlenmeleri
gerekiyordu. Yani Habil, Kabil'in batınından, Kabil de Habil'in batnından
olan kızla evlenecekti. Ne var ki Habil'in kız kardeşi çirkindi
ve Kabil onunla değil, kendi batınından güzel olan kız kardeşiyle evlenmek
istiyordu. Adem, bu anlaşmazlığa bir çare bulmak maksadıyla iki kardeşin
Allah'a birer kurban takdim etmelerini emretti. Kimin kurbanı
kabul edilirse, o, Kabil'in güzel olan kız kardeşiyle evlenecekti. Neticede
Kurbanlar takdim edildi. Habil'in kurbanı kabul olundu. Kabil'in
kurbanı ise, kabul olunmadı. İşte bundan sonradır ki, kıskançlık ateşiyle
yüreği yanıp tutuşan Kabil,kardeşi Habil'i öldürmeyi planladı
ve ona, ayet-i kerimede de ifade edildiği gibi "seni mutlaka öldüreceğim"
dedi ve öldürdü.
Tefsirlerde yer alan diğer haberlere göre, iki oğuldan biri çoban,
diğeri çiftçi idi. Aralarında kurban takdimi kararlaştırıldığı zaman,
çoban olan kardeş, sahip olduğu hayvanların en semiz ve en güzelini,
çiftçi olan kardeş ise, hasat ettiği malın en kötüsünü takdim etmişti.
Rivayete göre Allah'a takdim olunan kurbanların Allah tarafından kabul
edilmesi halinde, gökten bir ateş iner ve o kurbanı yakardı. Kabul
edilmeyen kurban ise, ateş ona dokunmazdı. İki kardeş de, kurbanlarını
takdim ettikleri zaman, gökten inen ateş, kurban edilen hayvanı yakmış,
fakat diğerine dokunmamıştı. Bu da, kurbanlardan birinin kabul edildiğini,
diğerinin kabul edilmediğini gösteriyordu. Bu ise, kurbanı kabul
edilmeyen kardeşin kalbinde, diğerine karşı, aşırı derecede kıskançlık
duygularının belirmesine sebep olmuş, sonra da onu öldürmüştü.
2. Her Kaatilin Günahından Adem'in İlk Oğluna da Bir Hisse Vardır
Kur'an ayetlerinden anlaşıldığına göre, kurbanı kabul edilen ve
bu yüzden de kardeşinin haset damarlarını kabartarak kin ve düşmanlığını
kendi üzerine çeken diğer kardeş kendisini öldürmek isteyen
kardeşine "Sen, beni öldürmek için elini kaldırsan bile, ben seni öldürmek
için elimi kaldırmam; çünkü ben Allah'tan korkarım." diyerek haksız
yere adam öldürmenin büyük vebaline işaret ettikten ve kardeşine en
güzel bir takva örneği göstererek onu bu büyük vebalden kurtarmak
için vaaz ve nasihatta bulunduktan sonra, kardeşinin yine de bu işten
vazgeçmemesive bir fırsatını bulup kendisini 'öldürmesi halinde, 'Allah'-
tan korkmaz zalim bir insan olarak yükleneceği büyük vebali ona
hatırlatmış ve şöyle demiştir: "Ben dilerim ki, seni öldürmüş olsam,
bana yüklenecek olan) günahımı ve (beni öldürdüğün zaman yükleneceğin
kendi) günahını yüklenmiş olarak gidesin ve cehennenı ehlinden olasın.
Zalimlerin cezası budur",
Kurbanı kabul edilen ve diğeri tarafından öldiirülmek istenen
kardeşin bu 'sözleri, mazlumun ahırete intikal etmiş zalim üzerindeki
hakkının, hesap günü zalimden alınıp mazluma verileeeğine dclalet
eder. Zira mazlumun zalim üzerindeki hakkı kul hakkıdır ve kul,
bu hakkı bağışlamadıkça Allah onu bağışlamaz.
Baş tarafta zikrettiğimiz ayet mealinde de görüldüğü gibi, Adem'in
iki oğlundan birinin Allah'a takdim ettiği kurbanın kabul edilmemesinin
yol açtığı aşırı derecedeki kıskançlık sebebiyle kurbanı kabul edilen
kardeşini öldürmek istemesi, kardeşinin ise, onu bundan vazgeçirmek
için Allah korkusuyla onu uyarmasına rağmen, onu yine de öldürmesi,
kaatil üzerinde maktule ait bir hakkın doğmasına sebep olmuştur ki,
bu hakkın, Hesap Günü ondan mutlaka alınması' gerekir. Bu hakkın
alınması ise, mazlumun günahlarının zalime yüklenmesiyle gerçekleşir.
Hatta Adem'in bu zalim oğluna yüklenecek başka günahların da bulunduğunu
Hazreıi Peygamberin bir hadisinden öğreniyoruz. Buhari
(Sahih, IV. 104) ve Muslim (Sahih, III. 1304)'in, ayrıca Ebu Davud
dışındaki diğer Sunen sahiplerinin naklettikleri bu hadise göre, Adem'in
ilk oğlu, haksız yere insan öldürmeyi yeryüzünde ilk defa başlatmış
olması dolayısıyle, kendisinden sonra, kıyamete kadar insan öldüren
ve öldürecek olan her kaatilin günahından bir hisse de onun üzerine
yazılır. Hazreti Peygamber bu hadisinde şöyle buyurmuştur: "Mazlum
olarak öldürülen hiçbir nefis yoktur ki, onun kanını dökenin günahından
Adem'in ilk oğluna da bir hisse ayrılmamış olsun. Çünkü öldürmeyi
ilk başlatıp adet olmasına yol açan odur". Bu hadis, Hazreti Peygamberin,
Muslim (Sahih, VI, 2059), Ahmed İbn Hanbel (Musned, IV. 357,
359, 360, 361) ve diğer Sunen sahiplerinin naklettikleri "İslam'da kim
ilk defa güzel bir adet ortaya korsa, onun sevabı ve onunla amel edenlerin
sevabı, onların sevabından hiçbir şey eksilmeksizin o kimsenin üzerine
olur. Her kim de, ilk olarak kötü bir adet ortaya korsa, onun günahı ve
daha sonra onunla amel edenlerin günahı, onların günahlarından hiçbir
şey eksilmeksizin o kimsenin üzerine olur." hadisiyle aynı manaya sahiptir.
İşte, açıklamaya çalıştığımız bu man.a içerisinde, kardeşi tarafından
öldürülmek istenen diğer kardeş, onun kendisini öldürmesi halinde,
hem irtikab etmiş olacağı ağır suçun günahını, hem de 'kendisini öldürme
fiiline tahrik ve teşvik etmiş olması dolayısıyle, onu öldürmesi
halinde gireceği kendi büyük günahını yüklenmiş olarak Allah'ın huzuruna
çıkmasını ve yüklendiği bu günahlarla cehennem ehlinden olmasını
dilemiştir. Zira zalim olanların akıbeti budur.
3. Adem'in İki Oğlu Kıssası ve Yahudiler
Adem'in iki oğlu hakkındaki gerçek haberin ehl-i kitaba ve özellikle
yahudilere okunup hatırlatılmasıyla ilgili baş tarafta zikrettiğimiz
Hazreti Peygambere yöneltilen ilahi emrin gayesi, aynı kıskançlık
duyguları içinde İslam'a ve Hazreti Peygambere kötülük etme peşinde
koşan yahudilerin ibret almalarını ve kötülükten el çekmelerini sağlamaktı.
Zira onların,. Hazreti Peygambere ve Kur'an-ı Kerim'e iman
ederek kendi dinlerinin de esasını teşkil eden İslam'a yönelmeye ve böylece
Allah'a olan sözlerinde durmaya davet olunmalarına rağmen,
içlerini dolduıan haset yüzünden bu davete icabet etmemeleri ve
hatta hasetin sebep olduğu kin ve düşmanIıkla Hazreti Peygamberi
öldürmeye bile kalkışmaları, Allah'ın bu sevgili P~ygamberi için son
derece büyük üzüntü kaynağı oluyordu. Bu sebepledir ki Allahu Ta'ala,
hem Peygamberini teselli etmek, hem de yahudilerin zulüm, kıskançlık
ve küfür yönünden tıynetlerini açıkça ortaya koymak için, daha önceki
ayetlerinde, kendilerini Mısır'daki esaret hayatından kurtaran ve
onlara hak yolu gösteren kendi peygamberleri Musa'ya bile onların nasıl
karşı gelerek çirkin karakterlerini gösterdiklerini bildirmiş, sonra da
Adem 'in iki oğluna ait bir kıssayı, daha doğrusu, haset ve kıskançlığın
sebep olduğu acı akıbeti, ibret almaları için onların gözleri önüne
sermiştir. Hatta daha sonraki bir ayetinde, onlara şunu da hatırlatmıştır ki, sadece Musa'ya karşı koymaları değil, fakat kendilerine
gönderilen diğer peygamberlerin bir kısmını inkar etmeleri, bir kısmını
da öldürmeleri ve yeryüzünde fesad çıkarmaları sebebiyle üzerlerine
en ağır ceza yazılmıştır. Maide suresinin 32 nci ayetinde şöyle denilmiştir:
"Bu yüzdendir ki, lsrail oğullarına, sebepsiz yere adam öldürmenin,
yahut yeryüzünde fesad çıkarmanın karşılığı olmaksızın, kim bir kimseyi
öldürürse, onun, ;,nsanları topluca öldürmüş olacağı, kim de bir kimseye
hayat hakkı tanırsa onun, insanlara topluca hayat vermiş olacağı (h ükmünü)
yazmıştık. Peygamberlerimiz, 0nlara(bu hususta) apaçık deliller'
de getimıişlerdir. Buna rağmen onların çoğu, bundan sonra da, yeryüzünde
(kötülük çıkarmak hususunda) ,müsriflik ettiİer".
4. Haksız Yere Adam Öldürmenin Dünyevi Cezası: Kısas
Bir insan, ancak haklı bir sebebe istinaden öldürülebilir ve onun
öldürülmesi de, hem onun işlemiş olduğu bir cürmün karşılığıdır; yani
yaptığı işin cezasıdır; hem de aynı fiili işlemeye meyli veya ist eği olanlara
ibret olması ve onu işlemekten caydirıp vazgeçirmesi içindir. Bunun
dışında, karşılığı olmaksızın, veya belli bir sebebe istinad etmeksizin
herhangi bir insanın öldürülmesi en büyük zulümdür; cinayettir. Bir
insan hakkında ölüm hükmünün verilmesi, sonra da bu hükmün infaz
edilerek o kimsenin öldürülmesi için var olması gereken haklı sebeplerin
başında kısas gelir. Kısas, haksız yere öldürülmüş bir insana karşılık,
onu öldüren kimsenin de aynı şekilde öldürülmesi ve kaatil ile maktul arasındaki
eşitliğin sağlanmasıdır. Eğer kaatil öldürülmez ve adalet
sağlanmazsa, hem maktule zulmedilmiş olur, hem de zalim, zulmünün
karşılığını görmemiş olur. Bu sebepledir ki Allahu Ta'ala, bir taraftan
haksız ve karşılıksız adam öldürmeyi haram kılıp bütün İnsanları
bundan menederken, bir taraftan da, haksız adam öldürenin kısas
ile öldürülmesini ceza olmak üzere emretmiştir. Nitekim Bakara sure-
, sinin ı78 inci ayetinde "Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size
kısas yazıldı (farz kılındı): Hürre karşılık hür, köleye karşılık köle,
kadına karşılık kadın ... " buyurulmuş, bunu takip eden ayette ise,
kısasın lüzumu belirtilerek "kısasta sizin için hayat vardır, ey akıl
sahipleri. Ta ki sakınasınız." denilmiştir.
Gerek peygamberlerini haksız yere öldürmeleri ve gerekse yeryüzünde
fesad çıkarmaları yüzünden haklarında ilk defa kısas hükmünün
yazıldığı, başka bir ifadeyle, kendilerine kısasın farz kılındığı kavmin
yahudiler olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Allahu Ta'ala, Maide suresinin
45 inci ayetinde bu hususa işaret ederek şöyle buyurmuştur:
"Biz, Tevrat'ta, onlara cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak,
dişe diş (olmak üzere kısası) farz kılmıştık. Keza (mümkün olduğu
takdirde) yara/ara karşı da kısas vardır".
Bu ayet-i kerimede, cana can, göze göz, buruna burun, kulağa
kulak ve dişe diş olmak üzere yahudilere farz kılındığı bildirilen kısas,
şüphesiz, dünyaya taalluk eden cezalardır ve bu fiillerden herhangi
birini haksız yere işleyen kimsenin, işlediği fiiIin misliyle eezalandırılmasından
ibarettir. Buna rağmen daha önce zikrettiğimiz Maide suresinin
32 nci ayeti, bir kaatilin kısas ile cezalandırılması halinde bile
işlediği cürmün vebalinden kurtulamayacağını göstermektedir. Bu
ayette, haksız yere adam öldürmenin ve yeryüzünde fesad çıkarmanın
büyük vebali açıklanmış ve bu vebalin, haksız yere adam öldüren kimse
için, bütün insanları öldürmekle eşdeğerde olduğu, bildirilmiştir. Bu
hükmün nazari olan ve sözde kalan bir hüküm olmadığı da, ketebna ala
Beni israil (İsrail oğullarına yazdık; farz kıldık) denilerek açık ve kesin
bir şekilde ifade edilmesİnden anlaşılır. Buna göre kim sebepsiz yere
bir insanı öldürürse, yani haksız yere adam öldürmenin, yahut yeryüzünde
fesad çıkarmanın karşılığı olmaksızın bir insanın canına kıyan
ve onun yaşama hakkını ortadan kaldırırsa, bu suç, Allah katında, bütün
insanları öldürerek işlediği suç gibidir ve onun ayarındadır. Zira haksız
yere öldürülen bir kişi ile, o kişinin temsil ettiği diğer bütün insanlar
arasında hiçbir fark yoktur. Bir kişiyi öldürürken hak gözetmeyen
kimsenin, diğer insanları öldürürken hakkı gözetmesi, elbette olacak
şey değildir. Bunun en açık delili de, ayet-i kerimede gelen müteakip
ibarelerdir. Bu ibarelerde, öldürme fiiliiin tamamiyle zıddı olan bir
fiil zikredilmiş ve bir İnsana hayat kazandıran kimsenin, bütün insanlara
hayat kazandırmış gibi olacağı beyan edilmiştir. Zira bir insana hayat
kazandırırken, o kimsenin sahip olduğu duygu, diğer insanlar karşısında
da aynıdır ve bu duyguyu İnsan sevgisi olarak değerlendirmekte
elbette hiçbir mahzur yoktur. Binaanaleyh ayet-i kerim e bu yönden
ele alınacak olursa, onda, insanlar arasındaki birlik ve beraberliğin
korunması için ferdIeri gerekli olan fiil ve davranışlara yöneIten bir
irşadın varlığını görmemek asla mümkün değildir. Zira cüz'i de olsa,
'bir kimsenin hakkını gözetmenin, bütün insanların hakkını gözetmek,
yahut bunun aksine, cüz'i de olsa, bir kimseye zarar vermenin, bütün
insanlara zarar vermek manaslIia geldiği 'gözönünde bulundurulursa,
ayet-i kerimedeki bu irşadın büyüklüğü kolayca anlaşılır. Kur'an-ı
Kerim, işte bu çeşit ayetleri ve bu ayetlerdeki çeşitli irşadlarıyle her
yönden mükemmel fertler ve dolayısıyle üstün cemiyetler yetiştirmeyi
gaye edinmiş eşsiz bir kitaptır. Bunu hiç kimse inkar edemez.
İsrail oğullarına gönderilen bütün peygamberler, Allah'm üzerlerine
faz kıldığı bu gibi konularda onları uyarmak ve doğru yola irşad
etmek için apaçık deliller de getirmiş oldukları halde, onların çoğu bunlardan
ibret almamış, aksine, aralarında peygamberler de dahil olmak
üzere gerek adam öldürmek, gerekse yeryüzünde fesat çıkarmak hususunda
aşırı gitmekten çekinmemişlerdir. Bu yüzdendir ki onlar, dünya
ve ahirette Allah'ın lanetine uğramışlar ve bu lanetin tabii bir neticesi
olarak da dünyada zelil ve makhur, ahırette de ebedi cehennem azabına
mahkum. olmaya hak kazanmışlardır.
5. Haksız Yere Adam Öldürmenİn Uhrevi Cezası: Ebedi Cehennem
Azabı
Haksız yere adam öldürmenin cezası olarak gerek yahudilere farz
kılınan kısas ve gerekse Kur'an-ı Kerim'de yer alan kısas ile ilgili
hükümler, şüphesiz, bu cürmü işleyen kimselerin dünyada hak ettikleri
eezalara müteallıktır ve bu cezaların infazı halinde, kaatil ile maktul
arasındaki dünyevi adalet sağlanmış olur. Ancak şunu da unutmamak
gerekir ki, işlenen bu suçun ahırete taalluk eden bir yönü daha vardır
ve bu da, öldürme fiilinin büyüklüğünü belirterek onu kullarına haram
kılan Allah ile kulları arasındaki hak ve vecibelerle ilgilidir. Buna göre,
haksız yere cana kıyan birisi, ceza olmak üzere kısas ile öldürüldüğünde,
bu ceza, canına kıydığı insana karşı işlediği suçun karşılığı olsa bile,
ahırete giderken, adam öldürmekten dolayı yüklendiği günahın keffareti
olamaz. Başka bir ifadeyle, işlediği suça karşılık onun da öldürülmüş
olması, ahırette günahının ",affedilmesine kafi gelmez. Daha önce
zikrettiğimiz Maide suresinin "Bu yüzdendir ki İsrail oğul/anna, sebepsiz
yere adam öldürmenin, yahut yeryüzünde fesat çıkarmanın karşılığı
olmaksızın, kim bir kimseyi öldürürse, onun, insanları topluca öldürmüş
olacağı. " (hükmünü) yazmıştık." mealindeki 32 nci ayeti buna açık
bir şekilde delalet eder. Zira bütün İnsanları topluca öldüren bir kimseden
bedel olarak alınan tek bir canın, yapılan işi adaletli bir şekilde
karşılaması elbette mümkün değildir. işte bu sebepledir ki Allahu
Ta'ala, Nisa suresinin 92 nci ayetinde, bir mü'minin bir mü'mini hata
dışı öldürmesinin hiç olmaması gereken bir iş, yahutta aklın olmasını
hiçbir surette tecviz etmiyeccği çok büyük bir cürüm olduğuna delalet edecek
bir ifade veya mlüb;le "bir mü'minin bir mü'mini hata dışı
öldürmesi asla olmaz." buyurmuştur. Bu ifadeden anlaşılan odur ki,
mü' min sıfatlarına sahip olan bir kimse, sebep ne olursa olsun, başka
bir mü'mini hata dışı ve kasıtlı olarak öldüremez. Çünkü o kimsenin
sahip olduğu iman ile, işlcmiiş olduğu büyük cürmün onda birleşmesi
ve mü'min olduğu halde katil cürmünü işlemesi hiçbir surette mümkün
değildir. Kısaca ifade etmek gerekirse, hir mü'mini haksız yere öldüren
kimse, ancak kafirdir. Nitekim Aııahu Ta'ala, biraz önce işaret ettiğimiz
"bir mü'minin bir mü'mini hata dışı öldüremeyeceğini" beyan
buyurduğu ayetinde, hata ile vuku bulan öldürme olaylarında, ölüme
sebebiyet veren kişinin ödemekle yükümlü olduğu köle azadı ve diyet
gibi cezaları ,açıkladıktan ve bu gibileri için kendilerini günahtan arndıraeak'
tövbe kapısını da açık bıraktıktan sonra, bunu takip eden
ayetinde, bir mü'mini kasıtlı olarak ve haksız yere öldüren ve onun
en tabii hakkı olan yaşama hakkını ortadan kaldıran kimse hakkındaki hükmünü
açık ve kesin bir ifadeyle bildirmiş ve şöyle buyurmuştur:
"Her kim, bir mü'mini kasten öldürürse, cezası, içinde daimi kalacağı
cehennemdir. Allah, ona gazab (etmiş, onu lanetlemiş ve onun için
büyük bir azab hazırlamıştır".
Tövbe kapısı da kapatılmış olduğu halde, Allah'ın gazabına ve
lanetine uğramış olarak ebediyyen cehennemde kalmak ve kendileri
için hazırlanmış olan hüyük azabı görmek, hiç şüphesiz kafirlere has
bir cezadır. Bununla beraber zikrettiğimiz bu ayet-i kerime, aynı akıbetin,
haksız yere bir insanın canına kıyarak onun yaşama hakkını
ortadan kaldıran, yani bu hakkı onun elinden alan kaatil için de hazırlandığını
gösterir ki, bu da, kaatil ile kafir arasında hiçbir farkın bulunmadığına
delalet' eder. Nitekim Hazreti Peygamber de, Ahmed İbn Hanbel
(Musned, IV. 99) ve Nesa'i (Sunen, VII. 81) tarafından nakledilen bir'
hadisinde
"mümkündür ki Allah, bütün günahları bağışlar; yalnız kafir
olarak ölen adamla bir mü'mini kasten öldüren admmn günahları müstesna
Nesei-3919..Müsned-16302 hadisin Ravisi Muaviye ibn Ebu Sufyan’dır))
(onları asla bağış/amaz)" buyurarak kaatil ile kafir arasında herhangi
bir ayırım yapmaksızın her ikisini de cehennemde ebediyyen kalacak
günahkarlar arasında göstermiştir.
Başta İbn Abbas olmak üzere seleften bir gurup, gerek Kur'an-ı
Kerim'deki bazı ayedere ve gerekse Hazreti Peygamberden rivayet
edilen sahih hadislere dayanarak, bir mü'mini haksız yere öldüren kimsenin
tövbesinin hiçbir surette kabul edilmeyeeeği görüşünü benimsemişlerdir.
Bunlara göre bir müşrik veya bir kafir, şirkinden ve küfründen
tövbe ederse, onun tövbesi kabul' edilir. Çünkü müşrik veya kafir,
küfür haIirde iken işlediği bütün günahları haram kılan bu şeriata
inanmıyordu. Bu sebeple, işlediği bu fiillerde bir bakıma mazur sayılabilirdi.
Fakat Peygambere ve Peygamberin tebliğ ettiği Din'e inanmaya
başlayınca, üzerinde bulunduğu yolun küfür ve dalalet olduğunu anla
mış ve tövbe ederek bu yoldan ayrılıp hak yola gümiştir. Artık bunlardan
sonraki bütün amelleri, girdiği bu' yolun gereklerine ve Allah'ın rızasına
uygun salih ameller olmak zorundadır. Ve böyle olduğu zaman da, o
mü'minin iman etmezden önceki bütün kötü amelleri bağışlanır ve hiç
günah işlememiş bir kimse gibi olur.
Allah'a, Peygamberine ve Kitabına inanan, haramın, helalin,
emir ve nehyin ne olduğunu ve dolayısıyla bir mü'min öldürmenin
hurmetini bilen, yahut bilmesi gereken bir kimsenİn durumu, yukarıdakinden
farklıdır. Eğer böyle b'r kimse, Allahu Ta'ala'nın, bir insan
öldüren kimsenin bütün İnsanları öldürmüş gibi olacağı hususundaki
açık ve kesin hükmüne, keza yine böyle bir kimsenin ebediyyen cehennemde
kalacağına dair apaçık beyanına rağmen ve bütün bunları bile
bile, yine de kasten bir adam öldürürse, artık onun için bir mazeret
bulmak mümkün değildir. İşte bu sebepledir ki, onun işlemiş olduğu
bu büyük ve ağır cürümden tövbe etmesi Allah indinde makbul sayılmaz;
ayet-i kerimeye göre cezası ebedi cehennemdir.
Bazıları ise, kasten adam öldüren kimsenin, yine de mü 'min olduğunu
Göz önünde bulundurarak, cehennemde ebedilik manasına gelen
hulud kelimesini, uzun süre cehennemde kaldıktan sonra oradan çıkış
manasında te'vil etmişlerdir. Bu manaya göre, hulud denilen sürenin
bir sonu vardır ve bu süre sona erince, kaatil mü'min, tövbesinin Allah
tarafından kabul edilmesi halinde cehennemden çıkacaktır. Ancak
'ibareleri açık ve kesin olan ayet-i kerimenin bu manada te'vilinin, başka
ayetlerde başka te'villere de yol açacağını unutmamak gerekir. Nitekim
kafirlerin cehennemde kalış süreleri de .ebediliğe ddalet (',tmek üzere
hulud kelimesiyle ifade edilmiş ve hiçbir zaman sonu gelecek bir süre
manasında anlaşılmamıştır. Aksi halde böyle bir te'vll ile kafirlerin de
'bir gün cehennemden çıkacakları ileri sürülürdü ki, hiçbir İslam aliminden
böyle bir görüş ortaya, atılmamıştır. Kur'an-ı kerimin pek çok
yerinde sık sık tekrar edilen ve kafirlerin ilelebed cehennemde kalacaklarınaddalet
eden bu lkelimeyi, yalnız Nisa suresinin kaatillerle
ilgili 93 üncü ayetindeki manasından saptırarak tevil etmek ve ona
farklı bir mana vermek, keyfi bir davranış olur; Kur'an'ın ve sahih
sünnetin delaletine de aykırı düşer. Daha önce de zikrettiğimiz bir
hadis, ayet-i kerimenİn gerçek manasını açık bir şekilde teyid eder.
Hazreti Peygamber bu hadisinde şöyle buyurmuştur:
"Mümkündürki Allah, biitün günahları bağışlar; yalnız kafir olarak ölen adamla bir
mü'mini kasten öldüren adamın günahı müstesna; (onları asla bağışlamaz)"
.
Günahların hiç bağışlanmaması, şüphesiz, günah sahiplerinin
ilelebed günahlarının cezasını çekeceklerine delalet eder; bu ise, ebediyyen
cehennemde kalmayı gerektirir. Buharı (Sahih, V. 182) tarafından
nakledilen bir haber de, ayet-i kerimenin bu manasını teyid eder.
İbn Abbas'tan gelen bu habere göre,
"kim bir mü'mini kasten öldürürse,cezası ilelebed cehennemdir."
mealindeki bu ayet, (kaatiller hakkında)
nazil olan en son ayettir ve başka hiçbir ayet onu nesh etmemiştir.
Bazı kimselerin, "Muhakkak ki Allah, kendisine şirk koşulmasını
bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları ise, dilediği kimse iç;n bağışlar."
mealinde gelen Nisa suresinin 18 ve 116 ncı ayetlerine ve Hazreti Peygamberden
nakledilen "kalbinde zerre miktarı iman olan herkesin;
cezasını çektikten sonra, cehennemden çıkartılacakları" manasında naklediIen
hadislere dayanarak, kasten adam öldüren kimselerin de, Allah
dilediği takdirde bağışlanacaklarını ve cehennemden çıkartılacaklarını
ileri sürdükleri görülmektedir. Ne var ki, müfessirlerin de belirttikleri
gibi, Nisa suresinin şirk dışındaki günahların bağışlanmasıyle ilgili
48 inci ayeti, kaatiI hakkında hüküm getiren 93 üncü ayetinden altı
ay kadar önce nazil olmuştu" ve bilinen bir gerçektir ki, ilk nazil olan
ayet, sonradan nazil olan ayeti değil, fakat sonradan naziI olan ayet
ilk nazil olan ayeti beyan veya tahsis eder. Buna göre, kaatilin hükmünü
beyan eden ayet, müşrikler hakkında nazil olan ayeti tahsis
etmiş ve ona şu manayı kazandırmıştır: Allah, şirk dışındaki günahları
dilediği k'mse için bağışlar. Fakat O'nun, şirkle birlikte bağışlamayacağı
bir günah daha vardır; o da, kasten adam öldürmektir.
Şunu da unutmamak gerekir ki, Allahu Ta'ala, şirk, küfür ve kasten
adam öldürmek gibi cezası daimi cehennem olan büyük günahları hiçbir
surette bağışlamayacağını, bu günahların ne olduğunu açık bir şekilde
belirterek açıklamıştır. Binaaneleyh 'bu görüşlerin iptali söz konusu
olduğu zaman da, "Allah, dilerse bütün günahları bağışlar." şeklinde
genel anlamda gelen bir ifadeye değil, fakat "Allah dilerse kasten adam
öldüren kimseyi de bağışlar." şeklinde gelecek açık ve kesin bir nassa
ihtiyaç vardır. Oysa ne Kur'an-ı Kerim'de ve ne de Hazreti Peygamberden
nakledilen sahih hadisler arasında böyle bir nass mevcut değildir.
Dolayısıyla kasten adam öldürmek ve ,onun en tabii hakkı olan yaşama
hakkını ortadan kaldırmak günahı hiç bağışlanmayacak fiillerdendir.
Muhrerem hocamıza Allahtan rahmet ve cennet niyaz ederi.